Gözümün önünde bir liste, tarihte neler neler olmuş Ağustos ayında. Hemen hepsi birer dönüm noktası olan ve kazanılan zaferler. Fakat bunlardan ikisi var ki, sanki yerlerini kendileri seçmişler. Biri başta, diğeri sonunda listenin. Biri kapıları açıyor ardına kadar, diğeri de suratına kapatıyor kapıyı düşmanın.
Tarihin parıldayan iki sayfası. iki dönüm noktası. Şanlı geçmişimizin iki şanlı zaferi bunlar; 26 Ağustos 1071 Malazgirt ve 30 Ağustos 1922 Dumlupınar zaferleri.

MALAZGİRT ZAFERİ
Çağrı'nın oğlu. Adı Alparslan. Gerçekten adı gibi "Kahraman arslan"dı. Tahta çıkar çıkmaz sanki bu toprakları, bu cennet vatanı bize emanet edeceğini bi-lircesine ilk seferini batıya yöneltmişti. Yani Anadolu'ya.
Bugün küçük asya dedikleri, bizim anavatanımız dediğimiz Anadolumuza yönelmişti önce. Bir cuma günüydü. Beyaz elbisesini giymiş, cuma namazını orduyla birlikte kılmıştı. Sonra kılıcını çekerek secdeye kapanıyor
ve; "Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir, bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret" diye yalvarıyordu yaradana Alparslan. Sonra Sultan Alparslan "Allah Allah" nidalarıyla tozu du-mana katarak yürüdü askerleriyle Bizans üzerine. Karşıda ikiyüzbin kişilik koskoca bir Bizans ordusu, beri tarafta ise ellibin kişilik Türk ordusu. Sonuç malûm, inanan taraf ka-zanmıştı. ÇünKü Türkler, asker doğup asker ölen bir milletti. Koskoca bir ömür at sırtında geçerdi. Belki de bunun için "Türk doğuştan askerdir" deniliyordu.
Anadolu'nun kapıları "Allah Allah" nidalarıyla açılmıştı ebediyyen bizim olmak üzere. Artık anayurdumuz burasıydı. Biz Anadolu'yu sevmiştik, O da bizi. Malazgirt Zaferinin 919. yılında şanlı Türk kumandanı Sultan
Alparslan'ı, ve onun isimsiz askerlerini şükranla anıyoruz. Ruhları şad olsun.

DUMLUPINAR ZAFERİ
Büyük savaşlardan çıkmıştı Türk milleti, şimdi de vatanı, bir zamanlar kendisinin bir parçası olan Yunanlı tarafından işgal edilmişti. Bu Yunan denilen millet, Avrupa'nın da desteğini alarak, büyük bir şımarıklık içinde Anadolumuza çıkmıştı. Belki de Avrupalının tâ Malazgirt'ten bu yana içinde taşıdığı (hatta daha önceden) kinin tezahürüydü bu. Belki de Türkleri geldikleri yere, yani Orta Asya'ya sürme plânın bir parçasıydı. Veya Kısaca bu "Şark Meselesinin uygulamaya konmasıydı. Yalnızdık hem de çok yalnız. Herhalde millet olarak kaderimiz böyleydi. Tarih boyunca hiç
yandaşımız olmamıştı. Belki de onun için "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" deniliyordjj. Dost olmuşuz dostlarımız yalnız bırakmış. Düşman olmuşuz zaten yalnız kalmışız. Bu bir tarihî yazgıydı.
Düşman iyice ilerlemişti. Batı Anadolu tamamen işgalleri altındaydı. Bize karşı her yönden üstündüler. Malazgirt'te olduğu gibi. Fakat iman gücü bakımından durum lehimizeydi. Türk ordusunun giyecek ayakkabısı yoktu. Asker sayısı az, cephane sınırlıydı.
26 Ağustos sabahı başlayan ve "Allah Allah" nidalarıyla Dumlupınar'da son darbe vurulan Yunanlılar kaçmaya başlamışlardı. Böylece Dumlupınar zaferi, Mustafa Kemal'in deyişiyle "Rum Sındığı" savaşı kazanılmıştı. 1071'deki zafer tekerrür etmişti. Malazgirt'te denize dökülmemişlerdi. Fakat, Dumlupınar zaferinden dokuz gün sonra, İzmir'de Diogenes'in torunları denize dökülmüştü. Tarihin tekrarını kendisi istemişti Yunanlı. Akif'in dediği gibi, ders alınsaydı tarihten, acaba tekerrür eder mi idi tarih.
Sultan Alparslan'dan sekizyüzellibir sene sonra Mustafa Kemal. Demek ki, bunca asır geçmesine rağmen hiçbir şeyini kaybetmemişti Türk. Hâlâ inançlı, hâlâ cesur, hâlâ düşmanına aman vermiyordu. Dumlupınar kumandanını ve onun isimsiz askerlerini şükranla anıyoruz.
Sultan Alparslan'dan sekizyüzellibir sene sonra Mustafa Kemal. Demek ki, bunca asır geçmesine rağmen hiçbir şeyini kaybetmemişti Türk.

Şakir SARIÇAY
Dokuz Eylül Üniversitesi IIB Fakültesi Buca/İZMiR

Mustafa Kemal 1919'a kadar asker kumandan olarak o zamanın, vatan topraklan kabul edilen sınırlarında çarpıştı ve ordular idare etti.
Trablusgarp'a giderken gençliğinin en heyecanlı devri içinde; bir vatan parçasını kurtarmaya koşmuştu. Birinci Dünya Savaşı'nda bir an önce vatan savunmasında vazife görmeye başlamak için, bulunduğu ataşemiliterilikten kurtulmaya çalıştı.
Mustafa Kemal için vatan topraklan korunurken, hayat feda etmenin gerçek örnekleri gözleri önünde yaşanmıştı. Nice vatan evlâtlarının savaş meydanlarındaki ölüm iniltilerini o, kulaklarıyla işitmiş, gözleriyle görmüştür. Devlet sınırlarını terketmenin acısını büyük hüzünle hissetmiştir.
Balkan Savaşı esnasında Trablusgarp'tan dönüşünde Mısır'a geldiği zaman, Makedonya'nın düşman eline düştüğü haberini almıştı. Bu haberden en büyük acıyı hissettiğini daima söylerdi. Doğduğu, büyüdüğü ve inkılâp fikirlerinin beslendiği şehir (Selanik) için, hayatının sonuna kadar hasret çekmiştir. En canlı hatıralarıyla daima bu şehrin bir çocuğu idi; en çok anlatmasını sevdiği hatıraları, hep o bölge içinde geçenlere ait olurdu. Hattâ ölümünden önceki günlerde heyecanlı bir rüya gördüğünü anlatırken, Selanik'te bir komitecilik olayının gerçekleşmesi sırasında Salih Bozok ile beraber bulunduklarını söylemişti. Bu olayları anlatmaktaki amacım şudur:
Mustafa Kemal'in birçok Türk ailelerinin yerleşmiş olduğu Osmanlı Devleti'nin bu bölgesine, derin hislerle ve gençliğinin canlı hatıralarıyla bağlı bulunduğuna işarettir.
Başkumandan Mareşal Gazi Mustafa Kemal, İzmir'e muzaffer ordusu ile girdiği vakit, önünde kaçan düşman ordusunu kovalamak, Makedonya'ya el uzatmak isteyebilirdi... Fakat, Mustafa Kemal daha eyleme geçmeden önce kuvvetli olabilecek bir Türk vatanının sınırlarını aşmamak azmi ile bu işe başlamıştı. Zafer neşesi, Başkumandanı istilâ hırsı ve hisleriyle hareket ettirmemişti. O "Millî hudut dahilinde vatan bir bütündür." cümlesini (23 Temmuz 1919) Erzurum Kongresi'nde belirlemiş bulunuyordu. Misak-ı Millî ile tayin edilmiş olan bu Türk vatanını düşman istilâsından kurtarmak amacıyla, vatan evlâtlarının kanı dökülmüştü. İşte Mustafa Kemal Atatürk'te vatan fikri böyle şekillenmiş ve bu günkü vatanımızın her bir sınırında savaşmış bir insanın görgüsü ve kuvvetiyle, Türk için bir vatan bütünlüğü belirlenmiş ve kabul etmişti. İlk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, bu vatanın "hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir bütün" olduğunu, diğer devletlere de kabul ettirmiştir.
Atatürk, kendi zamanında yaşayan ve milletleri için imparatorluk peşinde koşan, devlet ve hükümet reislerinin ideallerini asla benimsemedi. Hayaller kurmadı ve böyle hayal olabilecek fikirleri hiç bir zaman bizlere aşılamadı.
Sınırlarını, en son Türk nesillerinin kanlarıyla yoğurup çizdiği bu Türk vatanında; o, vatan kavramını manalandırdı.
O, bir ölüm haberi karşısında, yurt toprağı için bana şu cümleleri
yazdırmıştı:
"Yurt toprağı! Sana her şey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için fedaîyiz. Fakat sen Türk milletini ebedî hayatta yaşatmak için kalacaksın. Türk toprağı! Sen, seni seven Türk milletinin mezarı değilsin. Türk milleti için yaratıcılığını göster." (1930)
Atatürk bu hitaplarıyla yurt toprağına kutsal kimliğini verirken onun
yaratıcılık ve hayatiyet kavramları üzerinde duruyor.
İşte, Atatürk'ün sınırlandırdığı bu vatan toprakları kutsaldır. Onun üzerinde dost elleri sıkılır, fakat düşman ayaklarını bastırmamaya azimli olduğumuzu, bütün dünya bilir.

Prof. Dr. Afet İNAN
(M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım, 1971)

Türk milleti çalışarak kendisini yeniden yaratmış, varoluşun doruk noktasına çıkmayı başarmıştır.
Ben milyonlarca Türk gencinden biriyim. Gelecekte benden beklenen milyonlarca görevi korkusuzca yerine getirecek olan Türk genciyim. Soyum Türk soyu. Asırlardır Türk sözü duyulduğunda yer gök titrer, ne de olsa Türk milleti ölümü, esaret hayatından yeğ tutan asil bir millettir. Türk milletinin ilkesi şudur:
"Canı cananı bütün varımı alsın da Huda
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda."
Arnold Toynbee'nin şu sözlerle anlatmak istediği bu ilke için yapılan
fedakârlıklardır: "Savaştan yoksul çıkmış bir ülkenin insanlarıydılar. Üstleri baş-ları dökülüyordu. Fakat en çetin askerin dahi dayanması güç olan şartlar içinde yeni bir savaşın müthiş hayatına severek ve isteyerek koşmuşlardı". Türk milleti böylesine azimlidir, çalışkandır. "Türk olmak çalışmak demektir". Türk milleti çalışarak kendisini yeniden yaratmış, varoluşun doruk noktasına çıkmayı başarmıştır. Bir millet düşününüz vatanı topyekün bir ölü evine dönmüş. Köyler, kentler harabe gibi. Yoksulluk, açlık...işte bu milletin gözü yaşlı anası çalışkanlığıyla askere elbise yetiştiriyor, gelini omuzlarında cephane taşıyor, küçük çocuklar boylarından büyük silahları kapıp cepheye koşuyor. Böyle bir millet mucize yaratıyor; bu "Türk Mucizesi"dir.
"Türk olmak yaşamak demektir." Türk olmak misafirperverliği, yüksek ahlâkı, en başta insanlığı ife yaşamak demektir. İstiklâline sahip çıkmış bir milletin çocukları olarak başımız dik, alnımız pak yaşıyor ve gerektiğinde büyük bir gurur duyarak şunu söyleyebiliyoruz:
"Ne mutlu Türküm diyene!"

Sevgi OCAK
Antalya Anadolu Lisesi

Dününü düşünüyorum da ülkemin, her fidesi teker teker koparılmış, cananlar canlarından ayrılmış, insanlarımız mahzun ve bedbaht... Uçsuz bucaksız topraklarımız, vatanımız dediğimiz topraklarımız, düşman elleriyle yağmalanmıştı. Ormansız kalmıştı yaralı ağaçlarımız. Topraklarımız birer birer işgal ediliyor, insanlarımız acımasızca katlediliyorlardı. Acımasız olan gerçek yüzlerini gözler önüne seren düşmanlar, çılgınca yağmalıyorlardı vatanımızı. Asi bir deli rüzgâr yaralamıştı sanki kanatlarımızı, kâbus gibi üzerimize çöken esaret rüzgârı ise, her şeyden daha acıydı. Deli bir fırtınaydı sanki bu. Fırtına öncesi sessizlikten sonra yaşanan ateşli ve acı olayları barındıran amansız günlerdi, o günler. Her günü, bin yıllık işkenceyi andırıyordu. Bir mucize gerekliydi akan sulara dur diyecek. Bu mucize, Türk gençliğinin ufkuna güneş gibi doğan Ulu Önder'den başkası değildi. İşte o beklenen an gelmişti. Ulu önder dağınık güçleri toplamış; tek yumruk olunmuştu. Kanlı çarpışmalar, ateşli anlar, dehşet dolu günler yaşandı. Ama yılmayan Türk insanı amacına ulaşmış, zafer bayrağını alnının akıyla sonsuzluk gönderine çekmişti. Özgürlüğe ulaşmış Türk evlâdının yükseliş zaferiydi bu. Bir atmacanın süzülüşü değil, göklere yükselişiydi bu.
Büyük bir zaferin öyküsüydü işte bu...Hatice Anaların cephane taşıdığı, Mehmetlerin canla başla savaştığı, şehit kanlarının aktığı, akan kanlarla göklerde bir yıldız gibi parlayan istiklâl bayrağımızın şahlandığı bir mücadelenin eseriydi bu vatan. İşte böyle bir vatana, anamız dediğimiz vatanımıza gözümüz gibi bakmalı, onu sakınmalıyız. Ulu Önder'in yüksek devrimini, yüce eserini korumalı, bize emanet edilen Cumhuriyeti özgürce yaşatmalıyız.
Türk'ün adı Cumhuriyet, ülküsü özgürlüktür. Her bacada bir duman gereklidir. Bizim bacamız yüce Ata'nın yolu, dumanımız ise özgürlük ateşinin dumanıdır.

Yaman Vurmaz
Ereğli E.M.L. Öğrencisi /ZONGULDAK

Lozan Barış Antlaşmasıyla yarı bağımlı millet durumundan kurtulup milletlerarası siyaset dünyasında bağımsız ve ileri devletler arasına geçen yeni Türkiye, kurucusu Atatürk'e göre, yine kendisine lâyık yeri bulmuş değildi. Çünkü, büyük Türk hissediyordu ki, dünya, bu siyasî zaferin bütün şerefini kendisine ayırmakta ve Türk milletine halâ eski gözle bakmaya devam etmektedir. Asırlık kanaatler kolay kolay yıkılır mı ? Avrupa kütüphaneleri Türkler hakkında çok yanlış bin bir çeşit belge ile doludur. Bunlara göre Türk cengaverdir, cesurdur; fakat her türlü medeniyetten mahrumdur. Barışta uyuşuk, tembel; savaşta acımasız ve yıkıcıdır. Orta Asya'dan çıkıp Avrupa'ya saldırıp yayılışı, medeniyet dünyası için bir belâ, bir âfet olmuştur. Kuvvet ve fırsat bulursa yine öyle olacaktır. Gerçi, bu milletin içinden zaman zaman bazı yüksek ve akıllı devlet adamları çıkmamış değildir. Fakat bunların çevrelerine tesirleri yalnız yaşadıkları müddetçe devam etmiştir. Ve kendileri sahneden çekilir çekilmez, Türk milleti yine her zamanki uyuşukluğuna düşmüştür.Hem de bakalım, bu adamlar halis Türk ırkından mı idiler? Ne gezer Bunların kimi Macar, kimi Boşnak, kimi Arnavut, kimi Rum'dan, Ermeni'den, hattâ Yahudi'den dönmedir. İbnî Sina bir Arap alimidir, Mevlânâ bir Fars şairidir.
Evet, tarafgir ve iftiracı Avrupa yazar ve tarihçileri Türk milletine, arada bir büyük bir adam yetiştirmiş olmak şerefini bile verememişlerdir. Ve nihayet gün gelip, Mustafa Kemal'i de bizim elimizden almaya kalkmışlardır. Onu ya ana, ya da baba tarafından Türk'ten gayrı bir sürü ırka mal etmek istemişler veya hiç değilse bu kadar yüksek bir insan örneğinin Türk dünyası gibi geri ve çorak bir çevreden çıkmış olmasına üzüntülerini belirtmişlerdir.
Atatürk, bunların hepsini görüyor, okuyor ve içleniyordu. Gece gündüz bütün düşüncesi, bütün hırsı bunu bir an önce değiştirebilmekti. Türk milletine o kadar derin bir güveni vardı ki, bütün dünya rekorlarının yeni Türk nesli içinden çıkan teknik ilim ve hüner sahipleri tarafından hemen kırılmak üzere olduğuna kaniydi. Her fırsatta özellikle kendi büyüklüğünden söz eden yabancı devlet temsilcilerine tekrar et-mekten usanmadığı "Bu millet benim gibi daha binlerce Mustafa Kemal çıkarır" sözünü Atatürk'ün yalnız alçak gönüllülük için söylediğine kani değiliz.
Ona İlk tarih merakını veren Wells (Vels)in eserinde Attilâ'ya mal edilen şöyle bir söz vardır:
"- Ben sizin gibi asîl bir adam değilim. Fakat asîl bir millettenim. Wells, Türk serdarının Batı Roma'yı fethettiği zaman, gösterişli bir kıyafetle karşısına çıkan bir Romalı yöneticiye böyle söylediğini rivayet eder. Atatürk, ömrünün sonuna kadar bu fıkrayı ve bu sözü tekrar etmekten özel bir haz duyardı. Sonradan yavaş yavaş bu söz onun ağzında "Ne mutlu Türk'üm diyene!" hitabı şeklini aldı.

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
(ATATÜRK - Kültür Bakanlığı 1981'den Özetlenerek)

Palabıyıklı, çakır gözlü komutan yanındakilere döndü. "Hazır olun" emrini verdi. Çeteler "Hazırız" diye cevapladılar. Tayyar Rahime de içinden tekrarladı. "Hazırız, ölmeye hazırız." O erkek kıyafetindeki, kalbinde yine erkek cesareti taşıyan kadın hazırdı. O kutlu gününde cennetin kızıl güllerinin kokusunu almıştı sanki. Silahlar birbir patlamaya başladı. Sonra düşman mitralyözünün o korkunç gürültüsü ve sanki birbiriyle yarış eden mermiler, el bombaları, sonra yine mermiler... Çeteler bir bir şehit oluyorlardı. Ölümün o keskin kokusu her yeri kaplamıştı. Tayyar Rahime tekbir getirdi ve yayından fırlayan bir ok gibi atıldı. Bir kaplandı Rahime; pençesine düşenin kurtulamayacağı bir kaplan. Ama mitralyözün namlusu ona çevrilmişti. Hain kurşunlar o kaplanın kalbini buldu. Acı çekerek ama mutlu, yaralı; ama gururlu diz çöktü Rahime: "Cesedimi gâvurlara koman" dedi. Gök mü gürlemişti ne? Bunu duyan çeteler durur muydu? Herbiri birer kaplan kesildi. Fransız'ı pençeleri ile ezdiler. Bayrağımız Hacı Ökkeş'in Konağı'nda dalgalanıyordu artık. Bir hilâl uğruna ne güneşler sönüyordu.
Osmaniye'de. Erzurum'da, Urfa'da, İzmir'de, Maraş'ta, Antep'te hep bu kaplanlar vardı. Türk'ün çocukları, kutlu vatanın yiğit evlatları. Fransız'ın, İngiliz'in, İtalyan'ın hesap etmediği buydu işte. Yanlış hesaplarının faturasını çok acı ödediler. Ellerine geçen; bir yığın acı tecrübeden başka birşey değildi. Gittiler, geldikleri gibi gittiler.
Bizler, Türk ulusunun evlâtları o şanlı günleri kutluyoruz. Tam 69 koca yıl geçmiş aradan, Rahime Hatun'un ve nice isimsiz şehitleri unutmadık ve kaç 69 yıl geçerse geçsin unutmayacağız. Ama unutmamak yeterli mi? Ya onların bize bıraktıklan yüce emanet? Nerde Atatürk'ün çıkmamızı emrettiği muasır medeniyetler seviyesi? Hani hâlâ yazmamışız Türk adını uzaya? Ne olurdu biz de bilgisayar kullansaydık; hem de Türk bilgisayarlarını kullansaydık okullarımızda? Bu sorular aci; ama cevapları daha da acı. Rahime Hatun, Palalı Süleyman burada olsa bizden tek isteyecekleri çalışmak, Osmaniye'yi, Türkiye'yi daha iyi bir duruma getirmek olacaktı, buna eminim, onları anmak, ruhlarını şâdetmek onlar için şiirler okuyarak, törenler yaparak olur; ama tam olmaz. Onların ruhları ancak uğruna kan döktükleri, can verdikleri vatanlarını çok yükseklerde görerek şâdolur. Biz osmaniyeliler gelin onlar için söz verelim, osmaniyemizi, Türkiyemizi yüceltmeye söz verelim. Söz verelim ki bu yüce vatan bir daha düşman çizmesi altında çiğnenmesin. Onları anmak, ruhlarını şâdetmek onlar için şiirler okuyarak, törenler yaparak olur; ama tam olmaz. Onların ruhları ancak uğruna kan döktükleri, can verdikleri vatanlarını çok yükseklerde görerek şâdolur.

GÖkalp BAHÇELİ
Özel Bahçeli Lisesi Öğrencisi Osmaniye / ADANA

Zafer Haftası'nda Atatürkçe düşünmek, Atatürkçe yaşamak...
Zafer Haftası'nda Atatürk'e uzanmak, Atatürk'ü tanımak, Atatürk'ü anlamak sonra da dönüp onu tüm yönleriyle yaşamak, yaşayabilmek. Bugüne kadar bunu yapabilsek, bunu başarabilseydik, bulunduğumuz çizgiyi çoktan aşar, O'nun çağdaş uygarlık düzeyi dediği düzeye çoktan ulaşırdık.
Ne acıdır ki, bunu yapamadık ve sürekli O'nun ruhunu incitip durduk. 26 Ağustos'ta bir ucumuz Malazgirt'te, bir ucumuz da Kocatepe'deydi. Kimimiz Alparslan kimimiz de Mustafa Kemal olmuştuk.
Malazgirt Savaşı, Zafer Haftası'na göre çok uzakta. Birinin üzerinden 926 yıl, diğerinin ise 75 yıl geçmiş. Aralarında büyük zaman mesafesi var. Biri Anadolu'nun kapılarını Türklere açmış, öbürü Türklüğün sesini dünyaya duyurmuş. Atatürk'ün bir dava adamı, bir eylem adamı olduğunu yeniden anlıyor, O'nunla bütünleşmek istiyoruz. O'nunla bütünleştikçe kendimize geliyor, nerede olduğumuzu, kim olduğumuzu daha iyi anlamak istiyoruz. 26 Ağustos, 9 Eylül'e uzanan yolun başı. O 15 günde Türk ordusu harikalar yaratıyor ve 9 Eylül günü güzel İzmir'e giriyor. 1919'dan beri dalgalanan Yunan bayrağı indiriliyor, göndere Türk bayrağı çekiliyor.
Atatürkçü düşüncede barış vardır, özgürük vardır, insanca yaşamak vardır. Atatürkçü düşünce, insana ve insan toplumuna, ayrı bir pencereden bakar, insanın insana kul olmadığını vurgulamaya çalışır. Atatürkçü düşünce insana değer verir, insanın hakça ve özgürce yaşamasını ön plânda tutar.
Kısacası, Atatürkçü düşüncede sevgi vardır, saygı vardır, insana değer vermek vardır. Atatürkçü düşüncede ileriyi görme, hesaplama, doğru karar verme vardır.
Atatürkçü düşüncede herkes eşittir, herkes yasalara aynı yakınlıktadır. Kimse kimseden üstün değildir. Demokratik hak ve özgürlüklerden herkes eşit oranda yararlanır, yasalar önünde kimse kimseden fazla birşeyler isteyemez. Atatürkçü düşüncede açıklık vardır, saydamlık vardır, düşüncelere saygı vardır. Atatürkçü düşüncenin en karakteristik özelliği bağımsızlıktır. Atatürk'ü en çok, bu yönü ile tanır bu yönü ile takdir etmeye çalışırız. Zafer Haftaları, dileriz hep o zindelikle, o güzellikle sürüp gitsin, 26 Ağustos'lar düşlerimizde öyle parlak anılar olarak kalsın.

Şükrü KAÇAR

Atatürk'ün Türkiye'yi dünya milletleri arasında en şerefli medeniyet seviyesine çıkarmak için yaptığı devrimlere baktığımızda, onun nasıl bir karakter sahibi olduğunu tahmin etmek zor değildir. Bu devrimler bir çırpıda olup bitmiş şeyler değildir. İyice düşünülmüş, dikkatlice hazırlanmış ve milletin yararına sunulmuş devrimlerdir.
Atatürk'ün attığı her adım Türkiye için yeni dönemlerin başlangıcı olmuştur. Buna en güzel örnek Kurtuluş Savaşı'dır. Bu savaştan önce tüm ülke savunmasız bir durumdaydı. Ne bir silâh, ne bir cephane, ne de kendimizi savunacak bir şeyler vardı. Bir an önce harekete geçmemiz gerekiyordu ki düşmanlara fırsat vermeyelim.Ama elimizde yok denecek kadar az bir cephane vardı.Nasıl düşmanlara karşı koyabilirdik ki?
İşte Atatürk, hiçbir önderde bulunmayan bir azimle, bu savaşı kazanacağımıza yürekten inandı. Çünkü, Türk milletinin vatanını korumak ve bağımsızlığını kazanmak uğruna ne gerekiyorsa yapabileceğini iyi biliyordu. Kısacası, Türk milletine güvendi ve hiç kimse onun güvenini boşa çıkarmadı. Atatürk mitingler, kongreler, genelgeler düzenleyerek milletimizi ayağa kaldırdı ve bu uyanış bizim bağımsızlığımızı kazanmamıza yetti. İşte Atatürk'ün gerçek başarısı budur. Bu büyük önder milletinin kafasındaki düşünceyi okuyabiliyordu. Bu da Atatürk'ün ileri görüşlülüğünü yansıtıyordu.
Eğer Atatürk'te bu azim olmasaydı belki de bu günlere zor gelirdik. Bizim de onun bu yönünü örnek almamız gerekir. Ne olursa olsun, hangi şartlarda olursak olalım, o içimizdeki başarma azmini yitirmediğimiz sürece önümüze çıkan her engel kolaylıkla aşılacaktır; sonuç ise "başarı" olacaktır.

Burcu YÜCEL
Mareşal Fevzi çakmak Lisesi / MALATYA

Bu gün; 30 Ağustos Zafer Bayramı... Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurları taşıyan kahraman ordumuzun kazandığı zaferlerden birinin, Büyük Taarruz'un yıldönümüdür. Ama;
"30 Ağustos sade bir tarih değildir.
Bu günün tarihe san veren bir anlamı vardır.
Bu günün heybedi,
Toprağa, denize ve göğe sığmayacak kadardır."
Çünkü bu gün; bağımsızlık ve yurt aşkıyla şahlanan Türk ulusunun ATATÜRK'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı kazandığı, Sevr Antlaşması'nı parçaladığı, Lozan Barışı'nı sağladığı ve Cumhuriyetin temeline ilk harcı koyduğu gündür...
Yıl 1919, Mayıs'ın 15'i... Yunanlılar İzmir'de... Hedef, Türk'ün boynuna esaret kemendini takmak ve güzel Anadolu'ya sahip çıkmak... Yunan saldırısı yaman başlar 1920'de... Güzel yurt köşeleri elden çıkar bir bir... Kanla yoğrulur kara toprak, kanla sulanır. Afyon, Kütahya, Eskişehir...
Ancak düzenli ordularla "Dur!" denebilirdi bu azgın Yunan'a. Ve bir ordu yaratılır yoktan... Bir ordu ki, yediden yetmişe dek, kadın erkek, kız kızan... Silâh yokmuş, üniforma yokmuş, ne gam... "Ölesiye saldırırlar düşmana, diş var, tırnak var ya... Ve bu inançla "yalnız düşman değil, milletin ters giden talihi de yenilir". İnönü'nde... Ardından yeni destanlar eklenir tarihe sırasıyla... İşte Aslıhanlar, Afyon, Kütahya... İşte Eskişehir, Dumlupınar, Sakarya...
Türk ordusunun Sakarya'da kazandığı zaferin bir başka benzeri yoktur
yer yüzünde. Bu savaş, bir milletin kaderini değiştiren ve 22 gün, 22 gece süren yaman bir uğraştır. Bu savaş, insanlık duygularından yoksun, vahşi ve saldırgan bir düşmanın başını Türk'ün iman dolu göğsüne çarparak paramparça ettiği bir taştır. Bu savaş, haksız, şuursuz ve kirli bir istilâ emelinin, Sakarya'nın köpürmüş sularında boğulduğu bir savaştır.
Bundan dolayıdır ki; insanlık tarihi sayfalarında Sakarya Meydan Muharebesi'ne müstesna bir yer verilmiştir. Çünkü Türk ordusu, Viyana'da başlayan amansız çekilmeye Sakarya'da "Dur!" demiştir.
Ulu Önder ATATÜRK'ün, "Hattı-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça düşmana terk olunmaz..." komutundaki anlamı çok iyi kavrayan kahraman Türk ulusu "Ya istiklâl, ya ölüm..." parolasıyla mücadele etmiştir.
Vatanın bağrından düşmanı söküp atmaya kesin kararlı olan Türk ordusu, bütün gücünü toplar Ağustos 1922'de... Artık her şey, Türk ulusunun haysiyet savaşına ve Akdeniz'i "ilk hedef" gösteren bir başkomutanın Eskişehir'den İzmir'e kadar sürdüreceği kahramanlık yarışına kalmıştır...
Sabırsızlıkla beklenen Büyük Taarruz, 26 Ağustos sabahı günün ilk ışıklarıyla başladı. Patlayan toplar bütün dünyaya şu gerçeği haykırıyordu
sanki;
"Duysun bunu, kâinatta herkes, Türk'ün sesidir, bu gürleyen ses..."
Başkomutanından en son erine kadar bütün bir ordu, Türk gücüne ve Türk yenilmezliğine olan büyük inançla tek vücut olmuş, baştan başa kin, boydan boya hınç kesilmişti. Bu yıllardan beri yakılan, yıkılan ve insanlığa sığmayan işkencelerle yok edilmek istenen Türk neslinin, Türklüğün süngüleşmiş, mermileşmiş bir iradesiydi sanki... Kısaca;
"Bir yanda yürekleri kanatan bir görünüm, Her türlü bayağılık, şiddet, kan, ölüm... Bir yanda iman dolu göğsünde vatan sevgisi, Ve... Yedi düvele karşı üstünlüğü Türk'ün..."
Taarruz pek yaman sürüyordu 26 Ağustos'ta... Akşam olurken ordularımız düşman mevzilerinin bir kısmını ele geçirmiş, Ahır dağlarını şan süvarilerimiz bir mızrak gibi saplanmıştı düşmanın bağrına...
Yunan mevzilerini teftiş eden bir İngiliz generalinin "Türkler bu tahkimatı altı ayda aşarlarsa, bir günde aştık diye öğünebilirler" dediği yer, dört gün gibi kısa zamanda geçildi. Parola kısa ve kesindi:
"Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri... Eskişehir'den, Sakarya'dan, İzmir'den, Yunan kaçıyordu... Kaç ha kaç... Atatürk'ün süvarileri koşuyordu peşlerinden Ta Afyon'dan beri, dört nala, çala kırbaç..."
Artık zafer yakındı, uzansak tutacaktık sanki o zaferi... Günlerce açlığa, susuzluğa meydan okumuş, umutla el birliği etmiş bir ordunun yalın ayaklarındaki sızıydı o zafer...
Yuvalarını, bebelerini terk ederek erine cephane taşıyan kadınların sırtındaki ağrıydı o zafer...
Evini, yurdunu, bağımsızlığını kaybetmiş, kanlı göz yaşlarıyla cepheden haber bekleyen bir ulusun sevinçlerindeki göz yaşıydı o zafer.. Ve biz, o zafer uğruna vuruşa vuruşa ölmeye ant içmiştik;
"Kurtuluş Savaşı dedik, birlik olduk, el ele vererek Gazi olduk, şehit olduk severek, isteyerek..."
Sakarya boylarında her karış toprak, kahraman Türk kanıyla sulandı, hamurlaştı. O topraklar Çanakkale kadar vatanlaştı, o kahramanlar Ulubatlı Hasan kadar yüceldi, destanlaştı... Bizans'ın yıkılışı nasıl tarihte yeni bir çağsa, aşılamayan, Çanakkale Birinci Dünya Harbi'nde belirgin bir merhale, Sakarya ve Büyük Taarruz da sömürücülerin istilâ emellerine son veren, sömürülenlerin hür ve egemen yaşama yollarını aydınlatan bir meş'ale oldu.
Son zafer kazanılmıştı artık... Kara bulutlar dağılıyordu üzerimizden. Gürr bir başka doğuyordu o bilinmeyen tepelere... Türk tarihinin akışı bir başka olmuştu 30 Ağustos sabahı.
"30 Ağustos'ta
Yurdu işgalden kurtardık, milleti zulümden
Bir vatan yarattık yer yüzünde,
Tüm vatanlardan yüce...
Sınır çizgilerini sağlam çizdik,
Hudut taşlarını kol ve bacaktan diktik,
Yurtta sulh, cihanda sulh dedi ATATÜRK,
Parola bildik...
Bu gün de,
ATATÜRK devrimleri'nin aydınlığında
Şerefle ölmek kadar Şerefle yaşamasını öğrendik
Hem de; Alnımız açık, başımız dimdik..."

P.Kd.Alb. Mustafa BAŞEL

Türk tarihi, hiçbir milletinkiyle kıyaslanamayacak ölçüde eşsiz zaferlerle doludur. Galibiyetimizle sonuçlanan büyük meydan savaşları genellikle ağustos ayına rastlamaktadır. Bunlar arasındaki iki zaferimiz, diğerlerine göre daha derin anlamlar ifade etmektedir: Malazgirt Meydan Savaşı ve Başkumandan Meydan Savaşı. Birincisi olan Malazgirt Meydan Savaşı ile Türkiye Devleti'nin temeli atılarak Anadolu'nun Türklüğü onaylanmış; ikincisi olan Başkumandan Meydan Savaşı ile de devletimiz yeniden kurularak ülke bütünlüğümüz sonsuza kadar parçalanmayacak şekilde sağlanmıştır.
Türk milleti, tarihte görülen ordu-milletlerin en üstünüdür. Ordu-millet, yüksek bir savaş yeteneği taşıyan, savaşta bütün bireyleriyle görev alan, yurt için ve büyük ülkülerin gerçekleşmesi uğruna baş koyan millet demektir. Ordu-milletimizin timsali "Mehmetçik"tir. O, savaşta er, barışta çiftçi ve işçidir. Halkımızı en iyi o temsil eder, en güzel şekilde o anlatır.
İstiklâl Savaşı da ordu-millet olarak kazanılmıştır. Millî Mücadele bütün bir milletin eseridir. Zaferi çoluğuyla, çocuğuyla, kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla millet kazanmıştır. Kadınlar cephelere mermi taşımış, çocuklar dahi vuruşmalara katılmışlardır.
Vatanın karanlıklara gömüldüğü bu zamanlarda Müdâfaa-i Hukuk Cemiyetleri, çeteler, gönüllüler derken, millet kudretli bir önder etrafında toplanıvermişti. Oluşturulan orduda silâh ve kıyafet birliği yoktu. Fakat kalpler birdi, iman ve ülkü aynıydı. "Ya istiklâl, ya ölüm" parolası ile dile getirilen bu inanç, kudretini "Kuva-yi Milliye Ruhu"ndan alıyordu. Kuva-yi Milliye Ruhu, bir milletin var olma ve yaşama azmi, her şeyi yoktan var etme gayretiydi. Bu ruh ile tarihin en büyük kahramanlık destanları yaratıldı.
Üstün silâh gücüyle her şeyi yapabileceğini düşünen Avrupa yanılmıştı. Yunanlıların yaptığı tahkimat için "Türkler bunu altı ayda ele geçirebilirlerse iftihar edebilirler" diyen İngiliz Başbakanı Lloyd Corc, hücuma geçtikten altı saat sonra Türklerin burasını aldığını duyunca, oturduğu koltuktan düşmüştü.
İstiklâl Savaşı yalnız Yunanlılara karşı değil; işgalci, istilâcı, emperyalist bütün Batı dünyasına karşı kazanılmıştır. Onun temelinde Türk'ün istiklâl aşkı, hür yaşama arzusu vardır.

İ. Necati GÜÇLÜER

Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları!
Afyonkarahisar-Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl muharebe birliklerini inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip miletimizin fedakarlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz.
Sahibimiz olan büyük Türk Milleti, istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet
ve fedakarlıklarınızı, yakından müşahade ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine vasıta olmak görevimi durmadan ve sürekli bir şekilde yerine getireceğim.
Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını cephe kumandanlığına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini gözönüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikri güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle yarışırcasına göstermeye devam eylemesini talep ederim.
Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!


Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Başkumandan Mustafa Kemal
1 Eylül 1338 (1922)

Ordularımız 9 Eylül 1338 (1922) sabahı İzmir''imizi ve yine 9 Eylül 1338 (1922) akşamı Bursa'mızı muzafferen kurtardılar. Akdeniz askerlerimizin zafer terâneleriyle dalgalanıyor.
Asya İmparatorluğu'na yeltenen küstah bir düşmanın muharebe
meydanlarına gelmek cesaretinde bulunan ordu kumandanlarıyla kumanda heyetleri günlerden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'niıı savaş esiri bulunuyorlar.
Düşmanın başkumandan tayin ettiği general (Trikopis), birçok gece ve gündüz ümitsizce muharebeyi ve her kurtuluş çaresini tecrübe ettikten sonra nihayet maiyetindeki generaller ve kurmayları ve kumanda ettiği ordunun elinde kalabilenleriyle teslim oldu. Eğer Yunan kralı da bugün esirler meyânında bulunmuyorsa: bu taç sahiplerinin, işleri esasen yalnız milletlerinin sefalarına iştirak etmek olduğundan muharebe meydanlarının felâketli günlerinde onların saraylarından başka bir şey düşünmemek tabiatlarındandır.
Batı fabrikalarının çelik zırhları ile kaplanan muazzam Yunan orduları artık Anadolu dağlarında subayları tarafından terk edilmiş zavallı sürüler, cinayetlerinden dehşete düşerek kudurmuş kitleler ve ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı. Düşman ordularının savaş malzemesi hemen üçte iki itibariyle topraklarımızdadır. Düşmanın esirlerden başka insan zayiatının yüz binden ne kadar fazla olduğunu tayin etmek müşkildir. Fakat resmî ağızla milletimize müjdelerim ki bizim insan zayiatımız dörtte üçü hafif yaralı olmak üzere on bin nüfusa bâliğ olmaktadır.
Büyük Türk Milleti ! Ordularımızın kabiliyet ve kudreti düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza emniyet verecek bir kemâl ile tezahür etti. Millet orduları on dör gün zarfında büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. Dört yüz kilometrelik fasılasız bir takip yaptılar. Anadolu'daki bütün işgal edilmiş topraklarımızı geri aldılar. Büyük zafer münhasıran senin eserindir. Çünkü İzmir'imizi siyasî hırslar neticesinde âdeta ınemnunen düşmana teslim eden heyetlerle milletin hiçbir münasebeti yok idi. Bursa'mızı istilâ eden Yunan kuvvetleri ise ancak imparatorluğun askerî teşkilâtıyla işbirliği yaparak muvaffak olmuş-lardı. Vatanın kurtuluşu, milletin rey ve idaresi kendi mukadderatı üzerinde kayıtsız şartsız hâkim olduğu zaman başlamış ve ancak mil-letin vicdanından doğan ordularla müspet ve katî neticelere ermiştir. BÜYÜK VE NECİP TÜRK MİLLLETİ ! ANADOLU'NUN KURTULUŞ ZAFERİNİ TEBRiK EDERKEN SANA İZMİR'DEN, BURSA'DAN, AKDENİZ UFUKLARIN-DAN ORDULARININ SELAMINI DA TAKDİM EDİYORUM.

12.9.1338(1922)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Başkomutan Mustafa Kemal

Artık Osmanlı devleti gerçekte ve uygulamada bağımsızlıktan yoksun duruma dürüşülmüştü, Bir devlet ki, kendi uyruklarına koyduğu vergiyi yurdunda yaşayıp kazanan yabancılara uygulayamaz; gümrük işlerini, vergilerini ülke ve milletin isteklerine ve çıkarlarına göre düzenlemesi yasaktır. Bir devlet ki sınırları içinde suç işleyen yabancıları yargılayamaz, cezalandıramaz. Böyle bir devlete elbette bağımsız denemez.
Devlet ve millet işlerine karışma, bu kadarla bitmiyordu. Doğrudan doğruya günün gerektirdiği, ulusun istediği birçok işlere devletin girişme hakkı yoktu. Demiryolu yapmak, fabrika kurmak, artık elinde değildi.
Yabancılar böyle girişimleri daha başlarken durdurabilirlerdi. Yaşamasını ve yönetimini kendi gücü ve karan ile sağlamaktan yoksun bir devlete
bağımsız denilebilir miydi? Devlet, bağımsızlığını çoktan yitirmişti. Osmanlı ülkesi artık yabancıların sömürgesi olmuştu. Osmanlı halkı içindeki Türk milleti büsbütün tutsak bir duruma düşürülmüştü, Bu sonuç, deminden beri belirttiğim gibi, milletin, kendi iradesini, kendi egemenliğini kendi kullanamamasından; bu iradeyi, bu egemenliği şunun bunun eline bırakmasından doğmuştu. Öyleyse, kesinlikle diyebiliriz ki bir ulusal egemenlik dönemi yaşamıyorduk. Ulusun, egemenliğini eline almaması yüzünden, geçirdiği dünya savaşında, değerli çocuklarımızdan toplanmış ordularımızın Gafiçya'da, Romanya'da, Makedonya'da, Kafkas dağlarında, Sina çöllerinde katlandığı eziyetleri ayrıca belirtmemizi gerektirecek kadar uzun zaman geçmemiştir; genel savaşın uğursuzluğunu da bilmeyenimiz yoktur. Hele Mondoros'la açılan "mütareke" döneminin acıklı durumunu şöyle bir gözden geçirirsek göreceğimiz baştan aşağı bir çöküntüden başka bir şey değildir. Karşı devletler, her türlü uygarca ve insanca verilen sözleri ve hakları hiçe sayarak yurdumuzun en değerli, en verimli yerlerini çiğnediler. İzmir'i, Bursa'yı, Eskişehir'i ta Sakarya'ya kadar, sonra bütün Adana ve -dolaylarını, Trakya'yı- İstanbul'u,'en sevgili yerlerimizi çiğnediler. Bizde bu düşmanların, bu davranışlarından daha acıklı, daha korkunç bir iş oldu; Yüzyıllardır bu milletin başında, bu ulusun egemenliğine konmuş olan kimseler de düşman sırasına geçtiler ve bu düşmanlar, bu iç düşmanlarımız, dış düşmanların yapmadığı, yapamayacağı korkunç ve iğrenç davranışlara girişmekte bir sakınca görmediler. Dış düşmanlar, saydığımız sevgili yurt topraklarında bulunurken; padişahın çıkardığı fetvalar ve fermanlarla, kurduğu "halifelik ordusu" ile bu suçsuz millet şurada burada kandırıldı, aldatıldı. Yurdumuzun şurasında burasında millet gücüne karşı baş kaldırmalar oldu.
Şu bu nedenle çoktandır bağımsızlığını yitirmiş Osmanlı Devleti böylece çöküp gitti. Düşmanlarımız bununla da yetinmediler; Osmanlı devletini kuran Türk milletinin, bu ülkenin gerçek halkının da yok olacağını, eriyip gideceğini umdular. İşte bunda çok aldandılar, Osmanlı devletini ve Osmanlı devleti gibi çok devletleri kurmuş olan Türk milleti yok olmamıştır. İçten ve dıştan gelen bu öldürücü, bu tiksindirici vuruşla birdenbire uyanmış, silkinmiş, kendisine gelmiş; şerefle, namusla yaşamak için başını kaldırmış, birleşip kaynaşarak ortaya atılmıştır.

Mustafa Kemal ATATÜRK

Yaşamaz ölümü göze almayan,
Zafer göz yummadan koşana gider.
Bayrağa kanının alı çalmayanın,
Gözyaşı boşana boşana gider.

Kazanmak istersen sen de zaferi,
Gürleyen sesinle doldur gökleri.
Zafer dedikleri kahraman peri,
Susandan kaçar da coşana gider.

Bu yolda herkes bir, ey delikanlı!
Diriler şerefli, ölüler şanlı.
Yurt için dövüşen başı dumanlı,
Her zaman bu şandan, o şana gider.

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Anneler dindiriniz gönlünüzün yasını,
Düşman kaniyle sildik palamızın pasını,
Yeniden çizmek için vatan haritasını,
Kandan ve kıyametten bir sahneye çevirdik,
Gökleri çatırdayan bir vatan parçasını.

Anneler ağlamayın dönmeyenlerinize,
Vatan katillerini getirdik işte dize,
Dumlupınar üstünde yol ararken denize,
Çöktü savletimizden düşmanla dolu dağlar,
Gökler genişleyerek Akdeniz geldi bize!

Biz taze kanlarını hürriyetine katan,
Bir nesliz, ülkemizde biziz yegâne sultan,
Tanyeri nur alıyor muzaffer alnımızdan...
Karşımıza çıkmayın Akdeniz dalgaları,
Yolumuzu bekliyor yekpare ana vatan!

Kemalettin KAMU

Düşmez yere hâşâ, o bizim bayrağımızdır,
Bir fecr olarak doğmadadır her dağımızdan.
Ay yıldız o mazideki bir süstür, emin ol,
Atîde güneşler doğacak bayrağımızdan.

Altında yatarken de bizimdir yerin üstü,
Bir kal'a olur toprağımız vecde gelir de;
Dağlar, kayalar göğsümüz üstünde tepinse,
Düşmanları biz ram ederiz kan kesilir de.

Deryaları kan, taşları bitmez kemik olsa,
Bir son nefesin aynı olup bitse nesîmi,
Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hattâ
Çekmez kürenin sırtı o tâbût-ı cesîmi.

Mithat Cemal KUNTAY

Bir çığ olduk koptuk Orta Asya'dan,
Bu ülkü, bu bayrak, bu toprak için...
Coştukça kaynadı, damarlarda kan,
Bu ülkü, bu bayrak, bu toprak için...

Irmaklar misâli coşup, taşmışız,
Küheylanla Altaylar'dan aşmışız.
Zaferlerden zaferlere koşmuşuz,
Bu ülkü, bu bayrak, bu toprak için...

Şehit dolu toprağımız, taşımız,
Eğilmedi, eğilemez başımız.
Ezelden ebede sürer koşumuz,
Bu ülkü, bu bayrak, bu toprak için...

Türk'üz adımız var, şanımız kadar,
Her gün ufkumuzdan bin şimşek çakar.
Bu millet isterse, cihanı sarsar,
Bu ülkü, bu bayrak, bu toprak için...

Süleyman ÖZBEK

(Millî Marş güftesi için yazılmıştır)

O kadar dolu ki toprağın şanla,
Bir değil sanki bin vatan gibisin,
Yüce dağlarına çöken dumanla,
Göklerde yazılı destan gibisin.

Hep böyîe bulutlar içinde başın,
Hilâli kucaklar her vatandaşın.
Geçse de asırlar, tazedir başın,
O kadar levendsin, fidan gibisin.

Çiçeksin, bayılır kuşlar kokundan,
Her dalın bir yay ki zümrüt okundan.
Müjdeler fısıldar Ergcnekon'dan:
Bu sese gönülden hayran gibisin.

Ey bütün cihana bedel Türk ili,
Açtığın cenklerin yoktur evveli.
Tarih bir nehir ki coşkundur seli,
Sen ona nisbetle umman gibisin.

Bir yandan hep böyle taştın, köpürdün
Bir yandan cefalı bir ömür sürdün.
Fakat ne derece ezildinse dün,
Şimdi yine tunçtan kalkan gibisin.

Bir insan nihayet kemikle ettir,
Bu et, bu kemiğe can hürriyettir.
En büyük hürriyet cumhuriyettir,
Demek ki şimdi sen bin can gibisin.

Ey ana toprağı, Ey Anadolu,
Açıldı önünde türklüğün yolu.
Hamdolsun her yanın bereket dolu,
Cennette bir yeşil meydan gibisin.

Yeni bir ay ördün al bayrağına,
Girdin en sonunda irfan bağına,
Medenî hayatın nur ırmağına,
Ezelden susamış ceylan gibisin...

Halid Fahri OZANSOY

Kahramanlar bucağında uyandın,
Şehitlerin kanlariyle boyandın,
Nice düşman kalesine uzandın,
Sana selâm ey şanlı Türk bayrağı.

Çırpınarak dalgalanır kanadın,
Gökyüzüne çıkmak mıdır muradın?
Gölgende can vermek ister evlâdın,
Bir kalandır her bir Türk'ün kucağı.

Ey şerefin, büyüklüğün fermanı,
Ey kavgalar tarihinin destanı,
Seni ister şu toprağın her yanı,
Sensiz tütmez, yurdun hiç bir ocağı.

İbrahim Alaattin GÖVSA

Yurdumuzun dostuna dost, düşmanına düşmanız,
Bizi sorun tarihlere, biz nasıl kahramanız.

Göz dikilmez bu vatana, yan bakılmaz bayrağa,
Kahramanlar nesliyiz biz, Oğuzun soyundayız.

Biz cihâna karşı durduk,
Ezdik düşmanı yere vurduk.

Karşımızda secde etti, en kavi düşman bile,
Kim bilir, kaç gazaya şahit oldu bu yerler?

Destan oldu savletimiz, azmimiz, dilden dile,
Bize, "Yılmaz, korku bilmez, arslan oğlu Türk" derler.

Biz cihâna karşı durduk,
Ezdik düşmanı yere vurduk.

Ahmet Muhip DIRANAS


Bu kabarmış toprağa yüzünü sür, kucakla,
Elbette bağı vardır "olmuş"un "olacak"la.

Dudağa değer gibi şimdi alnı her erin,
Bu havada ruhları dolaşır şehitlerin.

Biz, bu kutsî havanın içinde var olmuşuz,
Biz, bununla yoğrulmuş, biz bununla dolmuşuz.

Sâdece döğünmedik "Vatan! İstiklâl!" diye,
Sakarya boylarından çıktık Kocatepe'ye;

Bu yol ki hürriyetin, kurtuluşun yoludur,
Zincirsiz yaşamanın tek çıkar yolu budur.

Bir daha nikaylıydık sevgili hürriyete;
Kahramanlık Tanrı'dan vergidir bu millete...

Bir damla asîl kanda bir mucize saklıdır,
Bu topraklar Türklüğe inanmakta haklıdır.

Akdeniz'e tank gibi koştu bütün kağnılar,
Ey sevgili istiklâl, ey güzel Dumlupınar!

Elbet yiğit olanlar lâyık böyle toprağa;
Selâm şanlı orduya, selâm şanlı bayrağa,

Selâm ey Başkumandan, Mustafa Kemal selâm;
Emânetin yaşıyor, güven, imânımız tam:

Omuzlarımız hisar, başlarımız burç yurda,
Can vermeğe and içtik hepimiz tek uğurda!..

Bir târihten gelinir, bir târihe gidilir;
Yaşamak istiyenler savaşmasını bilir.

Zamanın kahramanlar gelebilir hakkından,
Bize sesler geliyor uzaklardan, yakından.

Duyuldu mu bir kere "-Haydin silâh başına!"
Yeniden girişiriz istiklâl savaşına...

Ödü varsa düşmanın, meydan açık, hazırız:
Bu toprakta biz doğduk, biz yaşadık, biz varız!

Kından sıyrılmış kılıç, top ağzında mermiyiz,
Dumlu çocuklarıyız, hiç yoldan döner miyiz?!

Söz verip baş koymuşuz: İstiklâl bize haktır,
Buna göz diken düşman çıksın, kahrolacaktır!..

Osman ATİLLÂ


Bulutları delip geçse bir gün çok mu boyumuz;
Kaç bin yılın gövdesinden kopup gelmiş soyumuz!

Nice nice yüzyılları biz devirmiş yıkmışız;
Nice ünsüz kuru başı kovuklara tıkmışız.

Kollarımız yeri sarmış, düşüncemiz gökleri,
Varlıklardan öbür yanda bu ulusun kökleri!

Denizleri dinlemişiz, yıldızlara bakmışız;
Geçmişlerden öç almışız, geleceğe akmışız!

Dört bir yana akın etmiş Türk atası durmamış,
Nerde otağ kurmuşsa o boşboşuna kurmamış!

Takmış yayı arkasına çelikten bir ay gibi,
Yelesini yele vermiş kişniyen bir tay gibi!

Ululuğun bağlarını o olmuş ilk bağlayan,
Güzelliğe gönül veren, ülkü için çağlayan!

Doğruluğu o göstermiş en arı öğüt gibi;
İnceliğe o titremiş narin bir söğüt gibi.

Nice bin yıl çelmemizi dalgalara takmışız,
Enginleri çiğnemişiz, şimşek olup çakmışız.

Görülmemiş bir tek tepe, bu soy ona çıkmasın;
Duyulmamış tek bir engel, bu soy onu yıkmasın.

Gene bugün yalazlarla, köpüklerle doluyuz;
Bu ak soyun oğluyuz biz, bu ulusun koluyuz.

Fazıl Ahmet AYKAÇ

Ellerde dolaşan bu siyah sancak,
Göklere yükselen bir âh olmasın!
Doğru mu bu kadar ye'se kapılmak,
Korkarım, bu matem günah olmasın!

Milletin kalbinde yer etmez keder;
Asırlar değişir, seneler geçer...
Ne kadar karanlık olsa geceler,
Mümkün mü sonunda sabah olmasın.

Dilerse, her yüzde keder görünsün,
Yıldızlar yerlere düşüp sürünsün...
Dilerse, her taraf ye'se burunsun;
Sade senin yüzün siyah olmasın!

Bir kızıl alevdin gökde bir zaman;
Solardı renginden nuru güneşin.
Şimdi bir dumansın, kara bir duman;
Sinmiş gönüllere sanki ateşin.

Ağlıyor uzaktan bakan rengine,
Diyor: "Matemde mi öz vatanımız?.."
Biz seni boyarız o kan rengine,
Var damarımızda hâlâ kanımız!

Ey güzel sancağım, solmasın yüzün,
Biz henüz yaşarken ye'se bürünme!
Hicrana takati yok gönlümüzün,
Bu matem yüzüyle bize görünme!

Ey güzel sancağım, o "ay yıldız"m,
Sana tarihinden kaldı hediye,
Üstünden eksilme vatanımızın,
Dalgalan bu "iller benimdir!" diye.

Orhan Seyfi ORHON

Yediyordu Elif kağnısını,
Kara geceden geceden.
Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,
Uzak cephelerin açışıydı gıcırtılar,
İnliyordu dağın ardı, yasla
Her bir heceden heceden.
Mustafa Kemal'in kağnısı derdi kağnısına,
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,
Nam salmıştı asker içinde.
Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,
Doğrulmuştu yola önceden önceden.
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,
Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı
Mahzundu bütün bütün Sarıkız yanı sıra.
Gecenin ulu ağırlığına karşı
Hafiftiler, inceden inceden.
iriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında,
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri.
Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi daim.
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.
Alın yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden nicelden.
Durdu birdenbire, Kocabaş, ova bayır durdu.
Nazar mı değdi göklerden ne,
Dah etti, yok.
Dahha dedi gitmez.
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacur gucur.
Nasıl durur Mustafa Kemal'in kağnısı
Kahroldu Elifçik, düşünceden düşünceden.
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Sür beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin.
Koma yollarda beni, kutun köpeğin olayım.
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır,
Düşerim gerilere iyceden iyceden.
Kocabaş yığıldı çamura,
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar,
Örtüldü gözleri örtüldü hep.
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı bacım,
Kocabaş'ın yerine koştu kendini Elifçik
Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

Göğü bir fecre sarar açtığımız bayraklar,
Yurdu, topraklara mıhlanmış adımlar saklar.

Çarpar ecdadımızın nabzı damarlarda bugün,
Koşar üç kıt'ada nal sesleri hâlâ Türk'ün!

Bir kâğıt parçası üstünde bakarken Hind'e,
On asır Gazneli Mahmûd'u bulur kalbinde.

Yeni rü'yâlara daldıkça bugün ırkım için,
Olurum gölgesi dünyâya vuran bir Temuçin.

Bendim Aydıncık önünden suya seccade salan,
"Yakasın Rumeli'nin pençe-i himmetle alan!"

Bendim, -elbet- ki bugün yâdı ölümden de acı,
Dalkılıçlarla kılıçtan geçirenler Mohaç'ı!

Adı üstünde benimdir o şehirler, köyler,
Nice dağlar, tepeler ismimi hâlâ söyler!

Bendim elbet şu Çanakkale'yi göğsüyle tutan;
Kara topraklara evlâdını vermiş uyutan.

Giydi al kanlarımın tuncunu yıllarca etim;
Boğdu son düşmanı yurdumda benim iskeletim.

Bastığım yer mezarimdır diyen elbet ölmez,
Silinir, toprak olur belki... Müebbet ölmez!

Bu çelik ruhu giyen etle kemikten madde,
Bir aşılmaz granit kal'a çeker serhadde!

Yedi kat toprağın altıyle bizimdir bu diyar,
Can verirken, bizi ecdadımızın ruhu duyar.

Kalbi Allah'a dayanmış dayanır dipçiğine,
Güvenir milletimiz yine Mehmetçiğine!

Yusuf Ziya ORTAÇ

Boz kalpağıyla kar yağmış
Altın saçıyla gün vuran
Bir ulusta kan kaynamış
Bir canlı Kocatepe O.

Ağustos'un sıcağından.
Duruyor tarih içinde...
Nabzı odur, gündüz gece
Vuruyor tarih içinde.

Ay-yıldızı gökte doğmuş
Yerde al kanla yuğrulan
Çaldıran'dan Yavuz ağmış,
Bayrağı öpe öpe O.

Malazgirt'ten de Alpaslan.
Sarıyor tarih içinde.
Alnından onlar öptükçe
Yürüyor tarih içinde.

Behçet Kemal ÇAĞLAR

Maziye sor, ecdadımı söyler sana kimdi;
Bir bitmez ufuktum, küre vaktiyle benimdi.

Tufanlar, alevler beni bir kal'a sanırdı;
Taçlar uçuşur, dalgalanır, parçalanırdı.

Kahhâr atımın kanlı, kıvılcımlı izinde;
Bir başka denizdim ebediyyet denizinde.

Çarpardı göğün kalbi hilâlin avucunda;
Titrerdi yerin talihi merminin ucunda.

Günler, elimin çizdiği yerlerden akardı;
Üç kıt'ada korkunç atımın izleri vardı.

Üstünde uçarken o nişîbin bu firâzın,
En şanlı, şehâmetli hükümdarına arzın.

Tek bir bakışım sanki inayetti, keremdi;
İklîli hediyyemdi, arazisi hîbemdi.

Hançerdi hayâlim, bütün akvam ona kındı;
Baştan başa dünyâ bir esîrimdi; kadındı.

Asabına nabzımdaki ahengi verirdim?
Kasd eylediğim şekli verir, rengi verirdim.

Dünyâ bilir iclâlimi ben böyle değildim;
Ben, altı asırdan beri bir kerre eğildim!

Mithat Cemal KUNTAY

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık: saldırıp bir daha dönmemektir.

Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.

Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir kahramanlık;
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık:
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir.
Ne de güneşler gibi parlayıp sönmemektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerektir.
Atıldıktan sonra da bir daha dönmemektir...

Hüseyin Nihal ATSIZ

Düne kadar en akur ölümlere güldünüz,
Bugün bütün milletin gönlüne gömüldünüz,
Rahat, rahat uyuyun son âşiyanınızda!

Artık ne gözlerinizde köye dönmek emeli,
Ne yaranızı saran ince bir kadın eli,
Belki arkanızda yok bir ağlayanınız da!

Varsın dolu bulunsun bir emelle gönlünüz,
Siz tarihin övdüğü herkesten büyüksünüz,
Zemzem kudsiyeti var her damla kanınızda!

Fâni akislerini kaybeden sesleriniz,
En mağrur alınlara diyebilirler eğil,
Ebediyet en küçük payedir yanınızda!

Çünkü hürriyet için söndü nefesleriniz;
Yâdınıza yabancı bâdiyelerde değil,
Ana vatanınızda, ana vatanınızda !

Kemalettin KAMU

Dağ başını duman almış,
Gümüş dere durmaz akar,
Güneş ufuktan şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin.

Bu gök, deniz nerede var,
Nerede bu dağlar, taşlar.
Bu ağaçlar, güzel kuşlar,
Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin.

Her geceyi güneş boğar,
Ülkemizin günü doğar;
Yol uzun da olsa ne var,
Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin.

Ali Ulvi ELÖVE

DUMLUPINAR İNSANINA


Sayende yaşayanlar, bugün sana kul, şehit!
Seni görmeye geldik, kalk, doğrul, meçhul şehit!

Kımıldan, yaklaş bize ve bağrımıza yaslan!
Her yiğitin gönlünde yatar, derler bir arslan,

Hepimizin gönlünde şimdi bir MEHMETÇiK var.
Çok mu bu çoraklara getirmişsek bir bahar?..

Fani vecdi değil bu eskimiş bir masalın.
Sana gökte değecek gibi şimdi her alın,

Tabutunu taşıyor gibi şimdi her omuz,
17 milyon birden alnından öpüyoruz.

Birimizde yok artık gündelik kaygı, çalım...
Mehmetçik, kalk Mehmetçik! Yüzünü tanıyalım.

Kalk, zevkimiz, Türklüğü bir yüzde görmek olsun,
Kalk, Tarih, Tanrı birden dirilsin, gerçek olsun...

Bozkır, herzemankinden alımlı, zorlu, sıcak,
Nerdeyse ruhun tütüp topraklardan çıkacak.

Kimse can vermemiştir zevkini tada tada,
Bu kadar engin, temiz, mukaddes bir maksada.

Bir insanken bütün bir vatan olmak, ölüşün,
Teninden silkindiğin eşsiz sabahı düşün.

Bir topun ağzı ufuk, gülle güneşin adı,
O sabah artık güneş bir ufuktan doğmadı.

Dumlupınar'sız kalan İstiklâl, sakat-yarı,
Dumlupınarlar millet yapacak yığınları.

İstenince yerini doldurmak maksadımız,
Bugün Mehmetçik bizim müşterek soyadımız.

Dumlupınarlar'dayız biz bugün de yarın da,
Yaşayan Mehmetçiğiz dâvanın saflarında.

Sen nasıl ulaştınsa ilk hedef Akdeniz'e,
Ve nasıl getirdinse dünyayı orda bize.

Şehit asker!.. Bizde de aynı hamle, aynı hız,
Sana lâyık bir vatan yapmak dâvâsındayız.

Behçet Kemal ÇAĞLAR

Düşman yine öz yurduna el attı,
Mezarından ata'n kılıç uzattı,
Yürü diyor, hakkı zulüm kanattı,

Attilâ'nın oğlusun sen unutma!
Medeniyet deme, duymaz o sağır;
Taş üstünde taş kalmasın durma kır:
Kafalarla düz yol olsun her bayır,
Attilâ'nın oğlusun sen unutma!

Koş, Pilevne yine al bayrak taksın,
Gece gündüz Tuna suyu kan aksın,
Yaksın kahrın, bütün Balkan'ı yaksın;
Attilâ'nın oğlusun sen unutma!

Ziya GÖKALP

Bu vatan, toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır;
Bir tarih boyunca, onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir...

Tutuşup: kül olan ocaklarından,
Şahlanıp: köpüren ırmaklarından,
Hudutlarda gaza bayraklarından,
Alnına ışıklar vuranlarındır...

Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır...

İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir...

Tarihin dilinden düşmez bu destan:
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir...

Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlısında görenlerindir...

Orhan Şaik GÖKYAY

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sâkit yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda
İstiklâl uğrunda, namus yolunda.
Can veren Mehmed'in yattığı yetidir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan cüz'ü de geçerken ele
Mehmed'in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, haşr olan kan, kemik etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

Necmettin Halil ONAN

Osmanlıydı bir zaman tarihler yazan,
Dört bir yana kök salmış, kükreyen aslan.

Asırlarca yaşadı, nesil geçti aradan,
Zayıfladı kuvvetçe, dediler "hasta adam".

Asiler çıktı, Osmanlıya başkaldıranlar,
Fitneyle parçaladı hain düşmanlar.

Küçüldü topraklar savaşlarda bir yandan,
Atmak istediler Türk'ü Anadolu'dan.

Bir inançla gürledi, yüce Türk milleti,
Önder seçti kendine Mustafa Kemal'i.

Millet birlik oldu, koştu düşman üstüne,
Nice canlar verildi, Maraş, Urfa, Antep'te.

Cephelerde Mehmetçiğin Allah sedası,
Temizlendi düşmandan güney, doğu, batısı.

Ay ve yıldız dalgalandı akan kanlar üstüne,
Ve ölümsüz marşımız doğdu Mehmet Âkif'le.

Büyük harpler yaşadı bu vatan, bu topraklar,
Yine de bir nebze susmadı gök kubbede ezanlar.

Büyük Ata önder oldu, açtı Millet Meclisi,
Daha sonra kuruldu Milletin İradesi.

Binlerce şehidiyle aldı, Türk milleti vatanı,
Tarihe şerefiyle yazıldı, bu "Kurtuluş Destanı".

Bu "Kurtuluş Destanı"dır kuşak boyu sürecek,
İlelebet, yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecek

Erdoğan GÜNEŞ
Saltukova İlköğretim Okulu Öğretmeni
Çaycuma / ZONGULDAK

"Küçük asker, küçük asker!
Vatan senden hizmet ister."
Bu ninniyle uyudum ben,
Asker gibi büyüdüm ben!..

Kalbe imân, elde silâh,
Duam şudur akşam, sabah:
"Bir asker yap Tanrım beni,
Koruyayım yurtla dini!.."

Sakarya'da kalmış babam,
Dünyâya ün salmış babam!..
Ondan miras şu yatağan,
Nasıl olmam bir kahraman?..

Dedem asker, babam asker,
Derler bize: "Er oğlu er!"
Ben de asker olacağım;
Dünyâya ün salacağım!..

Cemal Oğuz ÖCAL

Bu gün genç, ihtiyar, kadın, kız, kızan,
Uzanıp yatsak da çardak altında,
Boruyu çalınca yarın borazan,
Hemen toplanırız bayrak altında.

Bizi hiç tasalı görmez bu yerler;
Yiğitler, ölürken bile gülerler,
Yeter ki yaşayan er oğlu erler,
Bizi çiğnetmesin ayak altında.

Kalbimiz çırpınır yurdu andıkça,
Gözlerde zaferin nuru yandıkça;
Üstünde bu bayrak dalgalandıkça,
Gönlümüz rahattır toprak altında.

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

İstiklâl savaşı gençleriyiz biz:
Tarihe koç Türkler diye şan verdik!
Yurdumuz azizdir, çiğnetmeyiz biz:
Uğruna bu kadar kahraman verdik.

Aç çıplak savaştık tipide, karda,
Kartallar avladık sarp kayalarda,
Sakarya önünde Dumlupınar'da,
Ulu Gazi'mize imtihan verdik.

Soğuklar zalimdi, kışlar amansız;
Kuşlar yuvalardan düşerdi cansız;
Vuruştuk yaralı, hasta, dermansız;
Ne aman istedik, ne aman verdik.

Yıllarca ufkunda yedi renk bayrak,
Salındı bizimdir diye bu toprak,
Hepsini allara boyadı şafak,
Göklere içtiği kadar kan verdik.

Kılıç kınlarından süzüldü kanlar,
Al döndü akından kır küheylânlar,
Açtı baharımız hep erguvanlar,
Dağlara çiçekler armağan verdik.

Murat dağlarından indik aşağı,
Göründü uzaktan Gediz ırmağı,
Kuruldu İzmir'e Türk'ün otağı,
Vatana yeniden bir vatan verdik.

Samih RİFAT

Senelerce sana hasret taşıyan,
Bir gönülle kollarına atılsam.
Ben de bir gün kucağında yaşayan,
Bahtiyarlar araşma katılsana.

En bakımsız, en kuytu bir bucağın,
Bence "İrem bağı" gibi güzeldir.
Bir yıkılmış evin harap ocağın,
Şu heybetli saraylara bedeldir.

Kadir mevlâm, eğer senden uzakta,
Bana takdir eylemişse ölümü;
Rahat etmem bu yabancı toprakta,
Cennette de avutamam gönlümü.

Anladım ki: Sevda, gençlik, şeref, şan.
Asılsızmış şu yalancı dünyada.
Hasretinle yadellerde dolaşan,
Hızrı bulsa yine ermez murada.

Yalnız senin tatlı esen havanda,
Kendi millî gururumu sezerim.
Yalnız senin dağında, ya ovanda,
Başım gökte, alnım açık gezerim.

Hürüm, derim, eskisinden daha hür,
Zincirinle bağlansa da ayağım.
Şimdikinden daha ferah görünür,
Zindanında olsa bile durağım.

Bir gün olup kucağına ulaşsam,
Gözlerimden döksem sevinç yaşını,
Sancağının gölgesinde dolaşsam,
Öpsem, öpsem toprağını, taşını!

Orhan Seyfi ORHON

Anadolu, Sultan Osmanın yurdu,
Tuğrul beyin konağıdır o eller!
Milletimiz orda doğdu, büyüdü,
Bize ana kucağıdır o eller!

Osmanlılar unutmasın soyunu;
Anadoldan aştık hudud boyunu,
Orda oldu zorlu ateş oyunu,
Ataların ocağıdır o eller!

Bu devlete orda temel atıldı,
O meydanda can alınıp satıldı;
Yaylasında zağlı silâh çatıldı,
Kahramanlar otağıdır o eller!

Bir zamanlar krallardan tâc aldık.
Uçan kuştan, akan sudan bac aldık.
Nice yavuz düşmanlardan öç aldık.
Bu kuvvetin kaynağıdır o eller!..

Hep gaziler ordan gelip geçtiler,
O çaylardan abdest alıp, içtiler.
Memleketler fetheyleyip göçtüler,
Erenlerin durağıdır o eller!

Her bir vîran köşesinde bir er var,
Türbelerde nice nice server var;
Bilmem nerde böyle mutlu bir yer var
Ulu Kâ'be toprağıdır o eller!..

Ormanında türlü kuşlar ötüşür,
Çayırında gürbüz koçlar itişir;
Tarlasında altın başak yetişir,
Gölgesinde gam dağıtır o eller!

Oradadır asıl Türk'ün oymağı,
Cevahirdir bütün taşı, toprağı,
Gümüş akar, çiçek kokar ırmağı,
Defineler yatağıdır o eller!..

Sılasıdır serde, Türk'ün sevdası,
Memlekettir gece gündüz ru'yâsı.
Askerlerin odur gelin odası,
Gönüllerin bucağıdır o eller!

Rıza! Canını o ellere kurbandır.
Sinesinde yatan, atan, anandır;
Anadolu asıl eski vatandır,
Anamızın kucağıdır o eller!..

Rıza Tevfık BÖLÜKBAŞI

Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: ilerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle...

Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan.
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.

Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla,
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla..,

Cennette bugün gülleri açmış görürüz de,
Hâlâ o kızıl hâtıra titrer gözümüzde!

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

Yahya Kemal BEYATLI

Yaslı gittim, şen geldim,
Aç koynunu ben geldim,
Bana bir yudum su ver,
Çok uzak yoldan geldim.

Korkma, açıl! Şen yurdum,
Dağlara ordu kurdum;
Açık denizlerine,
Süngümle kilit vurdum.

Rüzgârlardan atım var,
Şimşekten kanadım var,
Göğsümde al yapılı,
Gazilik beratım var.

Rüzgâr bana at oldu,
Şimşekler kanat oldu,
Eğilin gökler dedim,
Bulutlar kat kat oldu.

Irmaklar gibi taştım,
Yalçın kayalar aştım,
Hakk'a şükürler olsun,
Geldim sana ulaştım.

Varsın, yansın ocağım,
Kurtuldu al sancağım,
Bayrağımın altında,
Ben hür yaşayacağım.

Deniz, deniz, Akdeniz!
Suları berrak deniz,
Karşıda yâr ağlıyor,
Gideyim, bırak deniz!

Açıldı Kale yolu,
Göründü Gelibolu,
Bırak beni gideyim,
Orası yârla dolu.

Yürü ey şanlı Gazi!
Kılıcı kanlı Gazi!
Meriç seni bekliyor,
Büyük ünvanlı Gazi!

Samih RİFAT

Eğilmez başımız taç yaptık hürriyeti,
Zaferle kalbimize yazdık cumhuriyeti...

Sakarya'dan su içen o çelik süngülerle,
Yuvaları dağılmış, yılmaz bir avuç erle,

"Hedef Akdeniz, asker!" diyen parmağa koştuk;
Zafer bahçelerinden gül koparmağa koştuk.

Yol gösterdi göklerden bize binlerce yıldız,
Kıpkızıl ufuklardan taştı al bayrağımız;

Koştuk aslanlar gibi kükreyip dağdan dağa,
Canavarlar dişinden vatanı kurtarmağa...

Vahşetlere dikilmiş gözlerimiz dumanlı,
Hürriyete susamış yanık bağrımız kanlı;

Çılgınca atılarak şanlı Dumlupınar'a,
Süngümüzden şan verdik coşkun yıldırımlara...

Sakarya'dan su içen o çelik süngülerle,
Yuvaları dağılmış, yılmaz bir avuç erle,

Eğilmez başımıza taç yaptık hürriyeti,
Zaferle kalbimize yazdık cumhuriyeti...

Ömer Bedrettin UŞAKLI

26 Ağustos, gece sabaha karşı,
Topların çelik ağzı çaldı bir hücum marşı.

Bu ölüm bestesinin içinde yandı dağlar,
Altüst oldu siperler, eridi demir ağlar.

Fırtınadan yeleli, yıldırımdan kanatlı,
Alevlerin içinden geçti binlerce atlı.

Çığlıkla, iniltiyle sarsıldı, köşe bucak,
Savruldu gök yüzüne: kafa, kol, gövde, bacak!

Rüzgârlarla atbaşı yarış etti bu akın,
Şimdi yakınlar uzak, şimdi uzaklar yakın!

Akdeniz, ayakları altında ordumuzun,
Mavi bir atlas gibi serilmişti upuzun.

Çekti Kadifekale albayrağını yine,
Güzel İzmir büründü yine eski rengine.

Süngüler ilk amaca tam on dört günde vardı,
O gururlu alınlar yere düşüp yalvardı.

Yusuf Ziya ORTAÇ

Otuz Ağustos...
Ufukta bir duman, bir toz.
Türk süvarisi yürüyor; uzakta,
Top sesleri homurdanmakta.
Köpük içinde, tere batmış atlar...
Bunlar at değil.
Ayaklı kanatlar.
Sisli tepelerde gölgeler boğuşuyor
Gölgeler düşüyor, kalkıyor, koşuyor
Süngüler parlıyor,
Eziyor, vuruyor;
Mehmetçik yeni Türkiye'yi yuğuruyor.
Bir sürünün dağılışı.
Boğulan bir boğazın kısık nefesi...
Bir el, Akdeniz'i gösteriyor.
Bir el ki, bütün cihana bedel.
Uçuyor atlar, Köpüklü kanatlar.
Kaçıyor gölgeler,
Eriyor mesafeler...
Dokuz Eylül, İzmir,
Sanki bir Gelincik tarlası,
İki sevgilinin kavuşması,
Gözler yaşlı, denizler sapsarı,
Sevinç içinde çırpınıyor, Akdeniz'in Dalgaları.

Server Ziya

Ey isimsiz meçhul asker,
Ağustosun otuzunda
Kazandığın büyük zafer,
Karşısında: Cihan titrer.

Yüreğinde ateş yandı,
Mecbur oldun harp etmeye.
Elin kana bir boyandı,
Destanını cihan andı.

Tarihlere dönüm yaptı;
Demir elin: -Dur, diyerek...
Bütün dünya hisse kaptı;
Huzurunda irkilerek.

Meçhul asker; alkış sana,
Yaşıyorum sayende ben...
Vazifedir her an bana,
Hürmet etmek mezarına.

Selma FUAD

Bugünü adın gibi iyi bil, daima an,
Türk adında bir millet yok denildiği zaman.
Tarihler dize geldi ve şaştı bütün cihan,
Doğdu eşsiz bir güneş, o kurtardı vatanı.

Parlayınca kılıçlar, ufuklar kızıllaştı,
Ordu bir sel olarak bütün setleri aştı,
Türk, istiklal uğrunda kahramanca savaştı;
Bu 30 Ağustostur iyi bil, iyi tanı.

Çınlasın kulağında Dumlupınar zaferi,
Zaferi zaferle tat, çalış hiç kalma geri,
Hedefin yükseliştir, ey Türk genci ileri,
Eşsizliğe dönmeli bu vatanın her yanı.

Ramazan Gökalp ARKIN

Bugün güneş sevinçli, gülümsüyor yurduma,
Vatanı saran düşman ermiş muradına,
Bakın nasıl kaçıyor hiç bakmadan ardına,
Zafer Türk milletinin, kavuştu öz yurduna.

Dört yıl gece gündüz savaşmıştık durmadan,
Rahat nefes almadık vatanım kurtulmadan,
Önümüzde altın saçlı ay bakışlı kumandan,
Düşmanları mahvettik silahımız olmadan.

Kadın, erkek yanyana, taş, değnek, kürek ile,
Düşmanları kovarken tepeler geldi dile,
Ölüm korkusu yoktu, ölürken bile bile,
İşte bu ruh bizleri destan etmiş dillere.

Nazile DEMİR


Kocatepe'nin büyük düşünceleri,
Doğuyor kalplere aydınlık, zamanlı.
Uyku tutar mı ağustos geceleri,
Bu ay cümle fetihlerle heyecanlı,
Heyecanlı hey.

Mustafa Kemâl'in dudağında eli,
Gözlerine vurmuş vaktin en güzeli.
Bu dağlar, askeri deli eder deli.
Vermiş omuz omza destanlı destanlı,
Destanlı hey.

Hazır ol vaktinde şafaklar!
Hazır, yürümeye topraklar,
Tepe tepe kımıldanıyor...

Endişeli, uzakların benzi uçuk,
Düşman, düşman ama çocuk kadar küçük.
Yirmi altı ağustos, saat beş buçuk.
Dram, Dumlupınar'da başlıyor, kanlı,
Alkanlı hey.

Mustafa Necati KARAER

Hasmın diş geçiremez artık senin etine,
Çünkü seni koruyan çelik kanatların var.
O havada dolaşır, iner ve çıkar yine,
Yurda zarar verecek birer tehlike arar.

Bu azim, iradeyle artık korkma yarından,
Tuttuğun her iş böyle sonuna varacaktır.
Her yıl göğe katılan çelik kanatlarından
Bugün gurur duyarak, göğsün kabaracaktır.

Arkadaş, candan kutla büyük zafer gününü,
Madem ki sen bir Türk'sün ve bu yurdun malısın.
Bir zafer elde eden günün büyüklüğünü,
Ta içinden, etinden, kanından duymalısın.


Ferit Ragıp TUNCOR

Her yıl bugün olur, Otuz Ağustos
İçime bir ordu havası dolar.
Başlar dimdik, gözler çelik, yüzler pos,
Bayrak imil imil, geçer ordular...

Geçer tunç adımlar demir göğüsler,
Geçer Mehmetçikler, geçer subaylar,
Hepsinin alnında zaferden süsler.
Geçer hayalimde bir bir alaylar.

Geçer toplar, geçer atlar, yağız, al,
Geçer dağlar, geçer yollar, şehirler...
Yangınlar üstünde ince bir hilal!..
Yaralılar düşe kalka geçerler.

Çılgın bir istekle bu şan akını
Afyon'dan, İzmir'e kaçlar çağıldar.
Unutmuş at gemi, kılıçlar kını,
Can canı unutmuş zafere kadar.

Ne var bu dünyada sana yakışan,
Alnında bir zafer sabahı kadar;
Sen Mehmetçik, söyle büyük kahraman,
Sana zafer kadar yakışan ne var?

Her yıl bugün olur, Otuz Ağustos,
İçime bir zafer havası dolar.
Başlar dimdik, gözler çelik, yüzler pos,
Bayrak imil imil, geçer ordular...

Ahmet Kutsi TECER

Başkomutanlık Meydan Muharebesi, Kütahya'ya bağlı Dumlupınar Köyü (şimdi ilçe olan) yakınında 30 Ağustos 1922'de Türk ve Yunan orduları arasında meydana gelen çatışma. Diğer adı Dumlupınar Meydan Muharebesi'dir. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından şahsen yönetildiği için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak anılır. Kurtuluş Savaşı'nın kesin bir Türk zaferiyle sonuçlanmasını sağlayan bu çarpışmanın yıldönümü Türkiye'de ulusal bayram olarak kutlanmaktadır.

Kurtuluş Savaşı'nın son evresi 26 Ağustos 1922'de Afyonkarahisar Kocatepe'de başlayan Büyük Taarruz ile açılmış ve 9 Eylül 1922'de İzmir'in Yunan işgalinden kurtarılmasıyla sonuçlanmıştır.

Zafer Bayramı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal bayramı. Her yıl 30 Ağustos günü yurt çapında törenlerle kutlanır. Zafer Bayramı, 1922 yılında 26 Ağustos'ta başlayıp, 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terketmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder.

Zafer Bayramı, ilk defa 30 Ağustos 1923 günü Afyonkarahisar, Ankara ve İzmir'de kutlanmıştır. Resmî olarak Zafer Bayramı ilân edilmesi 1935 yılının Mayıs ayında olmuştur. Zafer Bayramı, tüm yurtta törenlerle kutlanır. Devlet erkânı ve bir çok vatandaş, Ankara'da Anıtkabir'i, diğer illerde de anıt ve şehitlikleri ziyaret edip, Mustafa Kemal Atatürk'e, silâh arkadaşlarına ve komutasında savaşmış askerlere şükranlarını sunar. Hemen hemen her yerleşim yerinde, askerî birlikler geçit törenlerine katılır. Ayrıca dış temsilciliklerde de çeşitli kutlamalar yapılır. 30 Ağustos günü, Türkiye'de resmî tatildir.

Her yıl, Kara Harp Okulu bu tarihte mezun verir. Tüm subay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli olur.

Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, vatanımızda hür olarak yaşama hakkımıza son veriliyordu. Yüzyıllardır üzerinde bağımsız olarak yaşadığımız bu topraklar düşmanlara veriliyor, bizim de bunu kabul etmemiz isteniyordu.

Türk milletinin bu durumu kabul etmesi elbette mümkün değildi. 19 Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a çıkmasıyla, lideriyle kucaklaşan Anadolu, Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Amasya Genelgesi'nin yayınlanmasının ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri yapıldı. Daha sonra 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelen Atatürk, 23 Nisan 1920'de TBMM'yi kurdu. Böy-lece hem memleketin yönetimi halkın iradesine verilmiş oluyordu. Hem de Kurtuluş Savaşı'nın merkezi Ankara oluyordu.

TBMM meclisi yaptığı görüşmelerde yurdun durumunu ve kurtuluş çarelerini aradı. "Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı görüşü"nden hareketle, düşmanla mücadele kararı alındı. Oluşturulan düzenli ordularla savaşa girildi. İlk başarı, Doğu'da Ermeni çetelerine karşı kazanıldı. Daha sonra, Batı cephesinde, Yunanlılarla, I. İnönü ve II. İnönü Savaşları yapıldı. Bu savaşların kazanılmasıyla Yunanlılar'a büyük bir darbe indirilmiş oldu. Bunun üzerine Yunan ordusu yeniden saldırıya geçti. Saldırı üzerine Mustafa Kemal, or-dularına: "Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." emrini verdi.

Türk askeri, büyük bir azim ve fedakârlıkla bu karara uydu. 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesiyle, Türk milleti 1699 Karlofça Antlaşmasından beri ilk defa toprak kazanmaya başlıyordu. Sakarya Savaşı, Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal'e "gazi" unvanı ve "Mareşal" rütbesi verildi.

Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı'ndan sonra, büyük bir taarruzla düşmanı tamamen yok etme kararı alındı.

1922 yılı Ağustosuna kadar, hazırlıklar tamamlandı. Güneydeki Türk birlikle-ri, büyük bir gizlilik içinde Batı cephesine kaydmld". İstanbul'daki cephane depolarından silah ve cephane kaçırıldı. İtilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hâle getirilen toplar onarıldı. Yeni silâhlar satın alındı. Ordumuza taarruz eğitimi yaptırıldı. Bu hazırlıklardan sonra, Gazi Mustafa Kemal'in başkomutan-lığını yaptığı ordumuz, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Bir saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis'te vardı.

Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık
Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı.

Büyük Taarruzun başarıyla sonuçlanmasından sonra düşman, İzmir'e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla yurdumuz düşmandan temizlenmiş oldu. Hain düşmanın, haksızca ve alçakça işgaline "dur" diyen ve kanımızın son damlasını akıtmadan yurdumuzu bırakmayacağımızı dünyaya ispatlayan bu büyük zaferi her yıl, 30 Ağustos günü, bayram yaparak kutluyoruz.